- biz üç kişiydik

O gece yağan yağmur uyutmamıştı Adviye hanımı, tüm gece yatağında dönüp durmuştu. Üstelik ritimsel bir şekilde ses çıkartan yağmur damlaları onun sinirlerini bir hayli bozuyordu. Yatağından kalktı, bir iki adım attıktan sonra uyuyan eşi Ali Rıza Efendiyi inceden süzüp, naif tebessüm bıraktı odanın sessizliğine.. Köşkün en alt katına inip, eski anıları yaad etmek istemişti. Her zaman yaptığı gibi annesi Behice hanımdan kalan aynalı sandığın başına oturdu. Sandıkla Adviye hanım arasında onun küçüklüğüne kadar uzanan derin bir bağ vardı sanki, ne zaman uykusuz kalsa ne zaman eskiye olan özlemi artsa, kendini bu sandığın başında buluverirdi. Şöyle uzunca dalardı geçmişe.
O zamanlar birine çok tutulmuştu Adviye hanım, şimdiki eşi Ali Rıza efendiyi her ne kadar çok sevse de hiç unutamadığı biri vardı aslında hep içinde. Kim diye sorarsanız şöyle anlatmaya başlayayım;
Adviye hanımın gençlik yılları, daha kendini yeni tanımaya başladığı dönemler ailesi ile birlikte akrabalarının yanına Ankara'ya gitmişlerdi. Babasının arkadaşı Bekir Çavuş vardı orada. Uzun bir tren yolculuğundan sonra nihayetinde varabilmişlerdi Ankara'ya. İlk defa İstanbul dışına çıkmıştı Adviye, tabi içi bahar ayının verdiği o garip hisle birlikte kıpır kıpırdı. Yorgun halini dahi unutup, baharın yeşilliklerine salıvermişti kendini. Başına geleceklerden bihaber bir şekilde eğleniyordu kendince. En sonunda babasının arkadaşının evine varmışlardı. Adviye hanımın ise merak ettiği tek bir şey vardı Tunalı Hilmi caddesinde ki sahaf Oktay. Tanımıyordu ama sürekli Ankara'ya yolculuk yapan bir arkadaşı sahaf Oktay efendiden çok bahsediyordu. Hatta aldığı romanları Adviye hanıma getirip onunda okumasını sağlıyordu. Adviye hanımda hep bu yüzden merak etmişti sahaf Oktay'ı. Adviye tam bunları düşlerken annesi sesleniverdi lakin Adviye ne yapsa etse düşünmeden edemiyordu. O gün bir şekilde gelip geçmişti Adviye için, tabi ertesi günü iple çekiyordu. Babasından izin almıştı tüm gün Ankara'yı dolaşacaktı. Tüm gece ertesi günün heyecanı içinde yaşayaraktan uyuyup kalmıştı. Sabah kalktığında ise pencereden dışarıya baktığında bahar ayının o muhteşem renkleri bir bütün halinde güzel kılmasına bakakalmıştı. Yeşilin onlarca tonu sanki kirpiklerine dokunan bir piyano tuşu gibi farklı bir nota, farklı bir ahenk yaratıyordu. O pencereden bakarken Bekir Çavuşun pikabından gelen ince ses daha da mest ediyordu Adviye hanımı,  Asu Maralman'dan "bal gibi olur.."  İç çekti Adviye ve dışarıya attı kendini kulaklarında hala aynı şarkı. En sonunda Tunalı Hilmi caddesine bulmuştu.Öylesine tutkuluydu ki kaybolmaktan dahi korkmuyordu. Sahaf Oktay'ı sormaya başladı etraftaki esnafa, en sonunda da bulmuştu. Alalede bir şekilde içeriye daldı. Kalbi çıkacak gibiydi. Biri arkasından "neye bakmıştınız?" diye seslenince Adviye dönüverdi arkasına, arkadaşının anlattığı gibi uzun boylu, kumral ve yeşil gözlü bir adam karşısında idi. Utanaraktan "siz Oktay bey misiniz?" diye bir soru yöneltti. Sahaf Oktay ise ince ve naif ses tonuyla "evet ben Oktay, peki ya siz?" dedi. Adviye her ne kadar utansa da başladı anlatmaya arkadaşının her Ankara'ya gelişinde buradan bir roman aldığını ve bu romanların hepsini okuduğunu söyledi. Böylece tanıştılar ve Adviye eve döndü. Yarın ise İstanbul'a dönüş yapacaklardı sahaf Oktay'ın adresini biliyordu artık. İstanbul'a döndükten sonra bir ay boyunca aralıksız olarak birbirleri ile mektuplaşmışlardı. Sahaf Oktay'da Adviye hanıma karşı boş değildi artık. Adviye artık dayanamadığını ve Oktay'ın İstanbul'a gelmesini istedi. Oktay'da aldı başını gitti İstanbul'a. Haydarpaşa garına geldiğinde ise içinde garip bir his vardı. Adviye ile Gülhane parkında buluşacaklardı. Ancak Adviye hanım avrupa yakasında oturuyordu. Bir yolunu bulup vapurla karşıya Eminönü'e geçmişti. Birbirlerini gördükleri an sanki dünya durmuştu. Oktay ise elinde bir kitap ile Adviye'ye koşuyordu. Kendi yazmıştı o kitabı. Oktay bir kaza sonucu hayatını yitirmişti ama Adviye, o kitabı aynalı sandığın içinde saklıyordu, ne zaman uykusu kaçsa, ne zaman darlansa kendini bu sandığın başında buluşu bundandır. Ben Adviye'yi böyle bildim hep, gönlü hiç ulaşamayacağı birindeydi. Biz üç kişiydik, üç arkadaş Adviye, Aynalı sandık ve ben Ef.

Yorumlar

Popüler Yayınlar