30’


Sanki yıllardır bir aynanın karşısında durmuşum da, kendimi ilk kez 30’umda görmüşüm gibi. Yüzümde tanıdık çizgiler var, ama gözlerimde yepyeni bir hikâye. Çocukluğumun hayalleri, gençliğimin telaşı ve 20’lerimin karmaşası, hepsi birer gölge gibi ardımda sıralanmış. “Kendimle ilk defa 30’umda tanışacakmışım gibi” demiştim bir arkadaşıma ve bu söz, içimde yıllardır susturduğum bir gerçeği fısıldıyor. Sanki bunca zaman başkalarının gözlerinden kendime bakmışım; şimdi ise kendi gözlerimle, kendi ruhumla buluşuyorum. 30’um, bir eşik gibi; ne tamamen eski, ne de tümden yeni. Yüreğimde biriken anılar, kırık hayaller ve sessiz zaferler, hepsi birer iplik gibi dokunuyor bu yeni tanışmaya. Hayat, sanki bir puzzle’ın eksik parçasını elime tutuşturmuş da, “Şimdi tamamla,” diyor. Bu parçaları birleştiriyorum; ne mükemmel bir tablo, ne de kusursuz bir hikâye arıyorum. Sadece, kendim olmanın cesaretini topluyorum. 30’um, bir uyanış gibi; sanki yıllardır uyuyormuşum da, şimdi gözlerimi açıyorum. Hayallerim hâlâ orada, belki biraz tozlanmış, ama hâlâ capcanlı. Kırgınlıklarım da orada, ama artık onları bir yük gibi taşımıyorum. Onlar, beni ben yapan taşlar; ne kadar ağır olsalar da, yolumu döşeyenler de onlar. Bazen “keşke”ler saklı, bazen “iyi ki”ler. Ama hepsi, bu yolculuğun bir parçası. 30’um, bir son değil, bir başlangıç; ve kendimle en güzel tanışma. “Ferhan’ım ben, tanıyacaksın, seveceksin. Bir masumiyetle, içimde yeşile döneceksin,” demiştim bir twitimde, sanki kendime bir aşk mektubu yazarmış gibi, ama işte, hayatın cilvesi, bu mektup biraz buruk, biraz da iğneleyici. 30’uma geldim, kendimle tanışıyorum, ama bu tanışma, romantik bir buluşmadan çok, aynada kendine kaş kaldırıp “E, naber?” diyen bir karşılaşma. Ferhan’ım ben, evet, ama bu Ferhan, yılların tozunu silkeleyip, kendi masumiyetini ararken biraz da alay ediyor kendisiyle. Yeşile dönmek mi? Hah, içimdeki çorak araziye bakılırsa, bu yeşil biraz neon, biraz sahte bir çim kokusu gibi. Hayat, sanki bir sitcom sahnesi; ben başrolde, ama senaryoyu yazanlar biraz fazla kahve içmiş. Oysa ben kahve sevmem. 


Kendimi tanıyorum, tamam, ama bu tanışma, eski bir sınıf arkadaşını görüp “Aa, sen hiç değişmemişsin!” yalanını söylemek gibi. Değiştim tabii, hem de nasıl; 20’lerimdeki o coşkulu, naif hayaller, şimdi birer nostalji parçası. Masumiyet dedim, değil mi? O masumiyet, bir yerlerde kaybolmuş, ama sanki hâlâ içimde bir köşede, eski bir kaset gibi tozlanıyor. Seveceksin, dedim kendime, ama önce şu içimdeki eleştirmeni susturmam lazım; her hareketime “Cidden mi, Ferhan?” diye sırıtan o sesi. Yeşile döneceksin, dedim, ama hayat, sağ olsun, betondan başka bir şey sunmuyor bazen. Ferhan’ım ben, ama hangi Ferhan? Hayalleriyle uçuşan mı, yoksa her şeye “eh, ne yapalım” deyip omuz silken mi? Tanımak dedikleri, belki de bu; kendi çelişkilerinle barışıp, onlara bir kadeh kaldırmak. Sevmek mi? Kolay değil, hele ki aynadaki yansıma sana “Bu mu yani?” diye sırıtırken. Masumiyet, sanki bir zamanlar giydiğim ama artık dar gelen bir elbise. Yine de içimde bir yerlerde, o yeşili arıyorum; belki bir bahar dalı, belki sadece umudun sahte bir gölgesi. Hayat, bana “Hadi Ferhan, yaparsın!” derken, bir yandan da faturaları, hayal kırıklıklarını masaya yığıyor. Ama ben, inatla o yeşili bulacağım; belki bir saksıda, belki bir satır arasında. Kendimi sevmek, biraz da kendime gülmekmiş; “Ferhan, sen ne acayip bir detaysın!” deyip geçmek. 30’um, bir uyanış değil, daha çok bir “E, şimdi ne yapıyoruz?” anı. Kendimi tanıyorum, evet, ama bu tanışma, bir Hollywood filmi gibi değil; daha çok absürt bir tiyatro oyunu.


Ferhan’ım ben, tanıyorsun işte; biraz kırık, biraz alaycı, ama hâlâ inatla masumiyeti arayan. Seveceksin, dedim ama bu tanışma uzun sürecek. 30’um, bir son değil, ama kesin bir “Hadi bakalım, Ferhan, sahne senin!” anı. Ve o yeşil, bir gün, belki bir sokağın köşesinde, belki bir gülüşte, gerçekten filizlenecek.



- ferhanım sen daha 28’sin ne bu 30 telaşı mehh? 

Yorumlar

Popüler Yayınlar